Aslında uzun zamandır madde ve mânâ ile ilgili aklımda tasarladığım şeyleri yazıya dökmeyi düşünüyordum. Ancak bugün gördüğüm ve hissettiğim şeyler bardağı taşıran son şeyler oldu ve yazma isteğinden kendimi alıkoyamadım.
Bugün birkaç hususî işlerimden dolayı bir iki arkadaşla birlikte sabah saat 10-10.30 gibi Eskişehir‘e doğru yola çıktık. Güzel ama yakıcı ve yorucu bir yolculuğun ardından 12.50 sularında Eskişehir’in girişine ulaştık. O sırada ben camdan kafamı çıkarıp gökyüzüne baktığımda güneşin açısını fark ettim ve hemen sağda müsait bir camiye çek, Cumayı eda edelim dedim. 🙂 Eskişehir‘in girişinde, giderken sağda, dönerken solda bulunan ve böyle dışarıdan tarihî gibi görünen ufak camiide namazı kılalım dedik. Arabadan inip caminin avlusuna doğru giderken kapıda A4 kâğıda basılmış bir yazı dikkatimi çekti. Yazıda özetle, arabanızın içerisinde değerli bir eşya bırakmayın buralarda hırsızlık olayı fazla yazıyordu. Biz de tekrar arabaya döndük ve cüzdanımızı falan bir çantaya koyup yanımızda aldık. Ben tabiî yeni aldığım ayakkabılarımın -gıcır gıcır- çalınma korkusu ile yandım durdum namaz boyu 🙂
Eskiden camiler çok güzel olurdu. Hele biz küçükken cuma namazları bir başka güzel olurdu. Çocuk yüreğimizin saflığı ile kılardık namazımızı. Belki namaz kılarken arkadaşımıza bakmak en büyük eğlencemizdi ama en büyük günahımızdı da. Ne sırtımızda bir servet sokardık içeri, ne mal düşünürdük, ne mülk düşünürdük ne de plân proje vardı kafamızda. İşlediğimiz en büyük günah, yanımızdaki arkadaşımıza bakıp kıs kıs gülmekti. Aradan yıllar geçti, biz büyüdük, şimdi camiiye girerken maddeye dair ne varsa kalbimizde, elimizde götürüyoruz. Namaz kılarken aklımızda o günün plânını yapıyoruz. nasıl para kazanacağımızı, nerede işe gireceğimizi düşünüyoruz. Nerede tatil yapacağımızı, kimle nerede sürteceğimizi düşünüyoruz. Ya da aklımız raftaki ayakkabımızda oluyor, acaba çalacaklar mı diye…
Şimdi düşünüyorum da, camiye arınmak için girerken bile bin bir dünya malı ile giriyoruz, acaba gündelik yaşamımızda neler yapıyoruz değil mi? Ne tür günahlara batıp çıkıyoruz. Hiç samimi değiliz azizim, hiç hem de. Diyanet’in atadığı imam deseniz hak getire. Hiç mi hitabet yeteneği olmaz bu imamlarda. Buna bilgisayar çıktısı ile verilen vaazları, hutbeleri hiç mi hutbeden evvel bir iki kez okumaz bu imamlar. Tamlama bozuklukları, tonlama hataları, kesik kesik cümleler… Hele bir de bu adamların sayfayı katlama şekli hep aynıdır. Yukarıdan aşağı doğru değil de sağdan sola doğru ikiye katlarlar. Haliyle bir bölümden diğer bölüme geçerken kelime bölünmüşse orada takılırlar ve tonlamayı hatalı söylerler. Zaten Cuma vaazları merkezî yayın ile verimeye başladı başlayalı vaaz dinlemeye gitmez oldum. Bir adam gözümün içerisine bakmadan konuşursa ne kadar inandırıcı olur ki değil mi?
Hayatımız hep madde üzerine kurulu fark edebiliyor musunuz_ Mânâya dair hiçbir şey yok. Her şey ama her şey madde. Kalbimizi arındıralım, Allah’a ibadet etmek için camiye gidelim diyoruz, orada da dünya hayatı bizimle birlikte geliyor. Dua ediyoruz onda da samimi değiliz. Samimi olmak için dua ediyoruz, onda bile samimi değiliz…
Güncelleme: Size söylemeyi unuttuğum bir şey daha var. Sabah evden çıkarken banyo yaptığım için abdestli sayılıyorum biliyorsunuz. Camiye girerken oh ne güzel abdestim var diye gidip şadırvanda, ayakkabıları çıkarıp bir abdest almadık. Sonra namazın ortasında yolda gelirken uyuduğumu hatırladım. 🙁 Üşengeçliğimden dolayı namazı abdestsiz kılmış oldum kısaca. Allah kabul eder inşallah.
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir…
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Yüz rüzgarı olmak isterdim….
Merhaba, yazılarımı beğendiysen Instagram hesabımı takip ederek daha güncel paylaşımlarıma bakabilirsin. Kendinden bir şeyler bulacağına eminim.
6 Yorumlar
“Peygamberimiz bir gün kim iki rekat namazı hiçbir şey düşünmeden kılarsa hırkamı vereceğim diyor. Yalnız Hz. Ali ilk rekatta hiçbir şey düşünmüyor, ama o bile ikinci rekatta acaba hangi hırkalarını verecekler diye aklından geçiriyor.”
Ahir zaman diye adlandırılan şu zaman da herşeyden uzaklaşarak iki rekat namaz kılmak bile imkansız oldu.Allah huzuruna günlük sıkıntılarla, binbir düşünceyle çıkıyoruz.En olmadık şeyler o zaman aklımıza geliyor.Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde “namazı dosdoğru kılınız” ibaresi geçiyor.Biz ise namaz kılarken aksamki dizide ne olacağını bile düşünür olduk.Ama yinede elimizden geldiğince samimi olmaya çalışmalıyız.
Ayrıca camilere bile siyaset bulaşmış durumda.Aslında hutbelerin merkezi birşekilde okunması daha doğru şu ortamda.Yoksa asıl görevleri dinin gerektirdiklerini söylemekle yükümlü imamlar çok saçma şeylerden bahsederek cuma hutbelerini iyice dinlemekten uzaklaştırıyolar.
Çok şey istediğinizin farkında mısınız? İnsanın zihni her daim bir şeyle meşguldür. Bu meşguliyet de öyle istemeyle geçmez. Aklınıza bir şeylerin gelmesi yaptığınız işin samimiyetine gölge düşürmez. Nihayetinde bunlar istemdışı davranışlar. Ani refleksleriniz gibi düşünün. Göz kırpmak gibi mesela…
Küçükken hoca konuşur biz ise halılara yazı yazardık 🙂
@Fibonacci bildiğim kadarıyla hutbeler zaten merkezi.
İstediğimi çokluk kavramına oturtmaya gerek yok bence. İnsan istemek için vardır. Kaldı ki kötü bir şey istemiyorum. 🙂
Bu istemdışı davrandığınız şeyler namazın samimiyetine gölge düşürüyor bence. Benim aslında anlatmak istediğim biraz daha dünya nimetlerinden arınabilmek gücü. Ben kendimde bu gücü yer yer buluyorum. Ancak dünyada yaşadığımız için pek de mümkün olmuyor bu.
Hocam siz o namazın kazasını yapın bence =)) Yazı çok içten olmuş Allah imanınızı daha da artırsın.
Çilekli süt, zaten o gün cuma namazı bizim üzerimize farz değildi. Seferî idik. 🙂 O yüzden kaza etmeye gerek yok. 🙂 Amin cümlemizin.
Eğer o gücü zaman zaman buluyorsanız, yok demektir.