Evimde televizyon olmadığı için gündemdeki dizileri, yarışmaları veya başka programları bir müddet geriden takip etmem gerekiyor. Kültürel bazı programları, tartışma programlarını, sevdiğim dizi ve filmleri takip edememe sıkıntısı yaşasam da bu durumun faydası yok değil. En azından kitaplarla daha fazla haşir neşir olabiliyor, kendime daha çok vakit ayırabiliyorum. Ve bir de işin en güzel tarafı bazı programların düzeysizliğini görüp de sinirlenmiyorum. Tabii eş dost ziyareti esnasında izlediklerimi saymazsak.
Bu akşam tevafuken bir yerde ATV‘de yayımlanan “Güven Bana” isimli yarışma programını izledim. İsmiyle zerre alâkası olmayan programın içeriği bence bir toplumun kültürü, dini, yaşayışı gibi dinamiklerini yerinden oynatmak için ne gerekiyorsa hepsini bünyesinde barındırıyor.
“Programın formatı” gereği birbirini daha evvel hiç görmemiş iki yarışmacı bir seviyeye kadar birlikte yarışıyorlar. Soruları bilip bir miktar para topluyorlar. Buraya kadar alışık olduğumuz bilgi yarışması formatlarından çok farklı bir şey görünmüyor ki zaten ipin ucu burada kaçıyor. Çünkü “düello” sahnesi başlıyor.
“Düello” sahnesinde iki yarışmacı birbirine sözler vererek, yeminler ederek bu parayı ikiye böleceklerini, asla birbirini sırtından vurmayacağını beyan ediyor. Beyan etmesine sebep ikisi de sahnenin bir köşesinde oturan ailelerinin yanına ayrı ayrı yarışma koltuğu ile gidiyor ve aileleri ile konuşup geri dönüyor. İşte asıl mesele burada başlıyor. İki yarışmacıdan birisi bu kısa süren yolculuk esnasında düğmeye basarsa diğer yarışmacıya hiçbir para vermeden paranın tamamını alıyor ve yarışmadan ayrılıyor. Öteki yarışmacıya ise avucunu yalamak düşüyor.
Toplum nezdinde verilen sözü tutmamak, ciddi bir yaptırımla karşı karşıya bırakılmayı gerektiren bir suçtur. Her ne kadar yazılı yasalarımızda bunun karşılığı olmasa da örfî yasalarımızda –ki Türkler için çoğun örfî yasalar yazılı yasaların önüne geçebiliyor– verilen sözü yerine getirmemek, ayıplanmanın, hattâ yüze tükürülmenin yeterli bir sebebidir.
İki yarışmacı da birbirine “güven bana, yemin ederim, Allah çarpsın, Kur’an çarpsın” gibi ifadelerle birbirlerini düğmeye basmayacakları konusunda ikna etmeye çalışıyor ancak neticede yarışmacılardan birisi düğmeye basıyor ve paranın tamamının sahibi oluyor. Düğmeye neden bastığını sorduklarında ise kendince “haklı” gerekçeleri olduğunu söylüyor. Diğer yarışmacının “Neden yemin ettin?” sorusuna ise “Seni ikna etmem gerekiyordu, bu sebeple yemin ettim.” şeklinde verdiği cevap sanırım bir televizyon programında bir yandan kültürel öteki yandan dini değerlerin ne kadar yerle bir edildiğini, tahrif edildiğini gösteriyor. Üstelik bizim için hep doğruluğun, adaletin önderi olan “anne” bu yarışmada yemin eden, söz veren oğlunun bu sözünü tutmamasının haklı sebepleri olduğunu söylüyor ve bu durumu kabulleniyor. Eğer bu anne benim annem -veya sizin anneniz- olsaydı o sahnede oklava ile kırk tur attırmadan bırakmazdı.
Eğer tüm bunlar bir kurmacadan ibaretse, “yarışmanın formatı” gereği bu şekilde sözler verilip, yeminler ediliyorsa ve belki de heyecan olsun diye yarışmacı verilen sözden caydırılıyorsa işte o zaman size Okan Bayülgen‘in Kanalizasyon filmini mutlaka öneririm. Bu filmde iğnelenen, dalga geçilen o televizyon programları şimdi gerçek hayatta birer birer karşılığını buluyor. Böylece formatın aslında insanı yeniden kurma, kurgulama olduğunu için için seziyorsunuz.
Çok eskiden Stephen King‘in bir romanını okumuştum: Azrail Koşuyor. Kitapta televizyonlardaki yarışma programlarının geleceği noktalardan çarpıcı manzaralar yansıtıyordu. Söz gelimi iki kişi bir yarışmaya katılıyorlar ve yarışmanın formatı gereği belli bir şehirde bir süre kaçıyorlar. Avcılar da onları bu sınırları çizilmiş alanda arıyor. Eğer avcılar bulursa yarışmacıları öldürüyorlar, yarışmacılar belirlenen sürede yakalanmazsa büyük para ödülünün sahibi oluyor. “Para ödülü“nün.
Her şeyin değerinin para ile ölçüldüğü, bedavadan bir şeylere sahip olmanın insanlara cazip geldiği, bir araba için kimliğin, kişiliğin, evlilik ahlâkının stüdyo kapısında bırakıldığı bir dönemde “güven“, “itimat” kavramının karşısına “para” yı koyduğumuz zaman kazananın hangisi olduğunu belirlemek çok zor olmayacaktır.
Üzülerek söylemeliyim ki bizim bu televizyon programlarının bir kuşak sonra geleceği nokta da bu Stephen King romanlarını aratmayacak.
Merhaba, yazılarımı beğendiysen Instagram hesabımı takip ederek daha güncel paylaşımlarıma bakabilirsin. Kendinden bir şeyler bulacağına eminim.
5 Yorumlar
Çok güzel yazmışsın soydaşım, çok doğru yerlere parmak basmışsın. Eskiden verilen sözler senet yerine geçerdi şimdi hükmü yok.
Esen Kal
Yalancı,kişiliği zayıf,örf ve adetlerimize önem vermeyen bir türk toplumu yaratmak için elinden geleni yapıyor bir çok insan,tv programı vs…umarım bu güzel yazınızı birçok insan okuyarak en azından bu oyunun bir parçası olmamak için çabalar.teşekkürler…
Ellerinize, emeğinize sağlık. Toplumu sahtekarlığa, yalancılığa, “kul hakkı” almaya yönelten bu program sizin de dediğiniz gibi formatı gereği çok yanlış, hiçbir şekilde bizi, Türk toplumunu yansıtmıyor. Bu programı izlemiş her duyarlı insanın programın acilen yayından kaldırılması gerektiğini düşündüğüne eminim. Atv’ye de, Tamer Karadağlı’ya da, biz Türk toplumuna da yakışmıyor, umarım en kısa zamanda gereken yapılır. RTÜK ve Atv’ye şikayet mesajı göndermeyi unutmayalım.
Kendi adıma bu yazı için çok teşekkür ederim.
Bencede türk toplumuna yakışmayan bi haraket (burda herbi yorum bence tokat olsunnnn
Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.