Kategorideki Yazılar

İzliyorum

İzliyorum

My Name Is Khan, I am not a terrorist

Bir süredir bir şeyler kaleme alma konusunda çok tembel olduğumun farkındayım. Üstelik bu tembellik sadece bir şeylerin kaleme alınması ile de sınırlı kalmıyor. Maalesef hayatımın gidişatını epey olumsuz bir yönde etkiliyor. İnşallah tez zamanda düzelirim.

Bir ara öğrencilerimin ve birkaç arkadaşın tavsiyesi ile Hint filmlerini izlemeye başladım. Belki bu tavsiyeden de önce Slumdog Millionaire filmine duyduğum ilgi, Hint filmlerini sevip sevmeme konusunda beni hiç düşündürmemişti. Devamını Oku

İzliyorum

Gran Torino: Dostluk ve Arınma

İyi yazılmış bir kitap, senaryosu-oyunculuğu güzel bir sinema filmi, kurgusu güzel bir tiyatro bana her zaman hayatımı ve kendimi sorgulatacak kadar anlamlı gelmiştir. Eser boyunca hayatımı anlamlı kılan her şeyi düşünür ve bir şeyleri belki de değiştirmek gerektiğini sık sık kendime telkin ederim.

Son günlerde okumaktan, gezmekten fırsat buldukça film izlemeye devam ediyorum. Birkaç öğrencimin tavsiyesini hayata geçirmemle sıkı bir Aamir Khan izleyicisi olduğum aşikâr. Belki onun filmleri de apayrı bir yazı konusu olur. Hattâ her filmi bir yazı dizisi bile olabilir. Devamını Oku

İzliyorum

girdap

girdap2007 yapımı Girdap filmini ben ilk defa geçenlerde bir arkadaşımla msn’de konuşurken duydum. Kendisinin beğendiğini söyledi ve bana da tavsiye etti. Tavsiyelere çoğunlukla itibar edip, tavsiyeleri yerine getirdiğimden hemen filmi izlemeye koyuldum.

Kısa film tadında geldi bana. 1,5 saate yakın süren film belki sinema filmi olabilecek kalitede değildi ama yine de izlenmeye değer diye düşünüyorum. Yönetmenliğini Talip Karamahmutoğlu’nun üstlendiği filmin senaryosunu Talip Karamahmutoğlu, F Klavye ve Onur Aydın yazmış. Selçuk Yöntem ve Ali Sürmeli dışındaki oyuncular pek tanıdık değil .

Aslında filmin son 5 dakikasına kadar taraflı bir yapım olduğunu düşünüyordum. Art niyetle hazırlandığını hissetmiştim. Filmin son beş dakikada hazırlanması art niyetlilik hissini benden silse de acemice hazırlandığı hissini silmedi.

Filmde Antalya’dan İstanbul’a üniversite okumaya gelen bir gencin orada yaşadığı birkaç mistik hadiseden sonra yavaş yavaş dindar kesime doğru kayması ve nihayetinde de radikal İslâmcı olması işleniyor. Aslında olmayan bir durum değil, ancak çocuğu radikal İslâmcı yapan unsurlar biraz ilginç. Ve nedense filmde karşılaştırmalar çok yanlış yapılmış.

Çocuk ilk başlarda içki içen, kız arkadaşı ile sık sık cinsel ilişkiye giren birisi (ilişki anını hiç göstermiyor ama filmin muhtelif yerlerinde işi o aşamaya kadar getiriyor). Böyle bir insanın yaşadığı mistik olaylarla ve etrafındaki insanların etkisi ile birden radikal İslâmcı olması bana saçma geliyor.

Çocuk küçük adımlarla değil, birden radikal İslâmcı oluyor ve nedense filmin yarısına kadar kız arkadaşından ayrılmıyor. Kız arkadaşı da çocuğa ayrılalım diye hiçbir beyanda bulunmuyor. Şimdi nasıl olur da çok inanan bir insan, aşırı inanan bir insan böyle bir ilişkiyi sürdürebilir ki? Ya da şöyle sorayım, bir insan nasıl olur da 2-3 ay gibi kısa bir sürede radikal İslâmcı olabilir?

Bir diğer husus da, Filistin’deki mazlum halkı düşünmenin, radikal İslâmcılıkla özdeş olduğunun hissettirilmesi. Siz Filistin’i destekliyor, oradaki insanlar için üzülüyorsanız siz de bir İslâmcısınız ve bizzat radikalsiniz.

Filmin bir sahnesinde çocuğun Atatürk’ün fotoğrafını indirip “Çözüm Hilafet” yazılı poster asması biraz mantıksız geldi bana. Sapla samanı ayıracak birisi değil mi bu üniversite okuyan adam? Bununla neyi imâ etmeye çalışıyorlar. Hilâfet bir kere yönetim şekli bile değildir ki. Masum mânâda Müslümanların birbirine destek olmasıdır. Buradaki hilafet posteri de Müslümanların birbirini desteklemesi gerektiğini simgeliyor. Atatürk ile kıyaslaması, yönetmenin kıyaslatması bence mantıksız gibi geldi.

Beni rahatsız eden şey ise aslında kız arkadaşının ve babasının ideal hayat diye sunduğu içkili, zinalı bir hayatın olması. Kız arkadaşı ile sokağın ortasında cinsel ilişkiye girmesi, her gece barlarda gezmesi nasıl olur da ideal bir hayat olur? Evet radikal İslâmcılık kötüdür, hele hele intihar etmek direkt cehenneme atılma sebebidir. Filmde yaratılan radikal İslâm portresini kesinlikle tasvip etmiyorum ve kimsenin edeceğini de sanmıyorum. Ancak bu yaşamın karşısına ideal yaşam olarak kız arkadaşı ile birlikte yaşayacağı o günah dolu günleri koyunca da insan afallıyor doğrusu.

Netice itibariyle güzel ama mantıksızlıklarla dolu bir filmdi. Ha film gerçeği anlatıyor mu? Evet. İzlemek isteyenlere özellikle filmin sonunu kaçırmamalarını tavsiye ederim.

İzliyorum, Yaşıyorum

eternal sunshine of the spotless mind (sil baştan)

eternal sunshine of the spotless mind

Son zamanlarda izlediğim harika filmlerden bir tanesi. İsmiyle müsemma bir film gerçekten. Katıldığım, katılmaktan zevk aldığım bir forumda bir arkadaş (rumuz: anathema) tavsiye etmişti bu filmi bana. Sonradan msn‘de sohbet ettiğim bir arkadaş(kbra) da tasdik etmişti aldığım tavsiyeyi. Filmden etkileneceğimi, hattâ favorilerimden olacağını söylemişti. Şimdi onların söylediklerinin hissettiğim duygular karşısında epeyce fakir kaldığını düşünüyorum. Film bana göre fevkalade bir şeydi. 2004 yılında Michel Gondry‘nin yönetmenliğinde çekilen filmde başrolleri Jim Carrey ve Kate Winslet paylaşıyor.

Sanırım uzunca bir süredir yaşadığım o karışık duyguları birisi almış, beynimi okumuş ve bir film haline getirmişti. Sanki beynmimde yaşadığım ben’i almış ve filmin esas karakteri olan Joel‘in yerine yerleştirmişti. Bu film bana öylesine yakın, beni öylesine anlatıyordu ki bunu kelimelere, kelimelerden de cümlelere dökmek pek mümkün değil sanırım.

Size burada her zamanki gibi filmi anlatır ve filmden alacağınız zevkin içine edebilirim. Ancak bundan ne siz hoşnut kalırsınız ve ne de ben film hakkında bir şeyler yazmış olurum. Filmin bana hissettirdiklerini, yaşattıklarını anlatmak istiyorum size. Ama önce şunu söyleyeyim ki; film Vanilla Sky filmi ile hemen hemen yakın konuları işliyor. Ancak Vanilla Sky bu filmin yanında bence halt etmiş. Her neyse, şimdi aşağıda yazacaklarım filmi izlemeyenler için pek hoş olmayacaktır. Gerçi yazdıklarımı okuyunca filmi izleme isteğinizin kaçacağını pek sanmıyorum ama yine de okumayın lütfen. Filmi izleyin ve öyle okuyun. İnat etmeyin işte, önce izleyin.

Filmin yarısına kadar nerede ne olduğunu, olayların hangi zaman dilimlerinde gerçekleştiğini, hangi oyuncunun nerede hangi rolde olduğunu falan pek kestiremedim. Ama filmin yarısında yaşanan birkaç hadise ve filmin sonlarına doğru yaşanan birkaç hadise bana “vay be” dedirtmeye yetti de arttı bile.

Kısaca özetlemek gerekirse, iki sevgili iki kere tanışıyor. 🙂 İlk tanışmalarında anlaşamıyorlar ve kadın teknolojik bir yöntemle sevgilisini beyninden sildiriyor. Akabinde bunu öğrenen adam da onu beyninden sildiriyor… En azından sildirmeye çalışıyor… Film aslında burada “kısaca” dediğmen o kadar farklı ki, inanın ben anlatmak istemiyorum. Anlatsam sanırım filmin heyecanı kaçacak. Şimdi ben has duygularıma geçeyim istiyorum o kadar girizgahtan sonra.

Çok kötü oluyorum filmi izlerken. Ne güzel diyorum bir aşk başladı filmde. Tam da benim sevdiğim aşklardan. Hani arka fonda hoş bir müzik, iki aşığın da yüzünde hafif bir gülümseme ve iki tarafın da birbirinden habersiz, birbirlerine karşı hissettikleri heyecan. Sonra birkaç hadise oluyor ve ayrı düşüyorlar. Üzülüyorum o an, böyle bir aşk ile başlayan film bir ayrılık ile devam edemez… Etmiyor da nitekim… Her şey bir bozuluyor, bie düzeliyor. Mutlu son ama. 🙂

İlişkilerinize bir göz atın. Aslında sadece sevgili bazında düşünmemek lazım ama sevgili bazında olmayan ilişkiler pek kafaya takılmıyor nedense. Takmayın da zaten. Sevgiliniz ile olan ilişkiniz zaten yeterli olacaktır size, kafaya takma açısından. Sevgilinizden ayrılıyorsunuz. Nedeni hiç önemli değil. Bir şekilde ayrılıyorsunuz. Sonra bir gece yatağınıza yattığınızda sevgilinizi hatırlıyorsunuz. Ya da onu zaten hiç unutamadığınızı varsayın mesela. Çalışma masanızın üzerinde duran bir biblo onu size hatırlatmaya yetiyor değil mi? Başkaları için anlamsız gelen, anlamsızca masada duran bu biblo sizin için ne kadar anlamlı, size neler hissettiriyor değil mi? O bibloyu alırken neler hissettiğinizi, o biblonun size neler hissettirdiğini ifade etmeye kalksanız sayfalarca kâğıt harcarsınız şimdi değil mi? Ama tüm bunlar, hissettikleriniz ve hattâ gözyaşlarınız dahi o bibloyu alırken ki hatıranızı bir daha yaşatmaya yetmiyor değil mi? O anı tekrar yaşamak için neleri feda etmezdiniz ki?

Yaşanan anlar geri gelmiyor maalesef. Ne kadar çabalarsak çabalayalım geri gelmiyor. Bazen düşünüyorum da, acaba sevgiliyi bize unutturmayan şeyler hep hatıralar değil mi? Zihnimizde ona yüklediğimiz anlamlar değil mi?

Kaç gece yatağa başınızı koyduğunuzda, için için ağladığınızda kalbinizin tüm saflığı ile Yaradan’a yalvarıp ona ait tüm hatıraları zihninizden silmesini istediniz? Çoğu kez istediniz bunu değil mi? Ya bu hatıraların silinişine birbir yaşayarak tanık olsaydınız? Mesela o bibloy alırken sevgilinizin sizi yanağınızdan öptüğü anı yaşarken o anın silindiğini hissetseydiniz? Yine de silinmesini ister miydiniz o güzel anıların?

Bilmiyorum dostlarım, yaşamda hepimizin için sıkıntılı günler, hepimizin için unutması güç hatıralar vardır. Hepimiz onları unutmayı isteriz ama bir o kadar da o hatıraları hatırlamaktan, onları düşünüp uykuya dalmaktan zevk alırız… Hatıraları unutmak istemek konusunda biraz bencillik yaptığımızın farkındayız değil mi şimdi? Bırakın o güzel hatıralarımız bizimle birlikte yaşasın. Aklımıza geldiğinde ufak bir tebessüm edelim yeterli. Hiç yaşamamış olmak ölmek ile eşdeğer değil midir sizce?

Hatıraları bir kenara bırakırsak, yaptığımız hataları hatırlayıp pişman da oluyoruz ara sıra değil mi? Off diyoruz bazen, Allah’ım diyoruz, keşke o an şunu yapmasaydım, keşke o an orada olmasaydım her şey şimdi daha farklı olurdu diyoruz bazen değil mi? Kendi kendimizi yeyip bitiriyoruz. Düzelmeyecek şeyler için boş yere ümit ediyoruz. Oysa bir şansımız daha olsaydı, yaşadıklarımızı aynı güzelliği, aynı saflığı ile yaşayacağımızı bilsek ve o hatalarımızı bugünkü gözlerimiz ile görüp telafi etsek ne güzel olurdu değil mi? Hayat bize her zaman bu filmdeki gibi ikinci bir şansı tanımıyor maalesef. Gel hatanı telafi et demiyor. İşte bu yüzden adımımızı atarken, ağzımızdan bir sözü çıkarırken tekrar tekrar düşünmeliyiz dostlarım. Ufak hatalar için pek sorun değil de, o büyük hatalar yok mu… Telafisi mümkün olmayan…

Bu filmi izlediğim için gerçekten şanslıyım. Gerçekten hayatımı bir kez daha gözden geçirebildim nihayet. Hatalarımı gördüm, üzülmem gereken şeyleri, sevinmem gereken şeyleri gördüm. Ve belki uzun bir süreden sonra ilk defa gözlerim doldu. Ve belki uzunca bir süreden sonra ilk defa hissettim bir şeyleri. Her neyse.

Son sözlerimi söylemek istiyorum, içinde bulunduğunuz her andan zevk alın lütfen. Bu anı bir daha yaşamayacaksınız. Doya doya yaşayın. Kalbinizi güzelliklerle doldurun. Etrafınıza güzellikler saçın. Yaşadığınız anın telafisinin olmayacağını düşünerek yaşayın lütfen.

Hayat hepimize güzellikler getirsin…

İzliyorum

dinle neyden

dinle neyden

Hz. Mevlânâ‘nın doğumunun 800. yılına atfederek hazırlanan “dinle neyden” filmi 10 Ekim’de sinemalara girecek(ti). Sinemalara girip girmediğini bilmiyorum ama bu filmin gerçekten izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum. Mevlânâ’ya hayran olduğum için sanırım onunla ilgili olan her şey benim ilgimi çekiyor. Bu film de onun anısına yapılmış olduğu için bir hayli hoşuma gitti doğrusu. Filmin hikâyesini okuduğumda Mevlânâ ile ilgili pek bir şeye rastlamadım. Mevlânâ döneminde yaşayan ve saraya mensup olan iki genci ve gençlerin ilişkisine tanık olan bir Mevlevî dervişinin mistik dünyaını anlatıyormuş film. Tam olarak neyi, nasıl anlattığını ben de bilmiyorum. Ancak tanıtım filmini (fragman) izledim, epey hoş olmuş. Gerçekten de mistik bir film olmuş. Tanıtım filminde söylenen şu sözler özellikle hoşuma gitti:

iki yol vardır, uzun olanı kitaplardan geçer; kısası sevgiden…

2006 yılında yapılmaya başlanan film 2008 yılında tamamlandı. Jacques Deschamps ‘ın yönetmenliğinde çekilen filmin oyuncuları ise şu kişiler: Ahu Türkpençe, Alican Yücesoy, Emin Olcay, Metin Hara, Lale Mansur, Jean Benguigui, Burhan Öçal, Altuğ Yücel, İsmail hakkı, Taner Ertürkler, Jean Gabriel Nordmann, Gülşah şahin.

Unutmadan; filmin adı ise Mesnevî’nin, Mevlânâ tarafından bizzat yazıya dökülen 18 beytinin ilk mısraının ilk iki kelimesinden alınmış…

Dinle neyden kim hikâyet etmede
Ayrılıklardan şikâyet etmede