Kategorideki Yazılar

Yaşıyorum

Yaşıyorum

İnsanın şiir saati

Fizikçi, kimyager ya da biyolog olsaydım sanırım bu ruh hali ile yapacağım ilk şey “insan” üzerine araştırma yapmak olurdu. Biraz pozitivist eksenden çıkıp daha mistik bir eksene kayardım belki, ama insan biraz da böyle bir varlık değil midir zaten? İnandıklarını ispat etmeye çalışan, inancına delil arayan misal.

Şimdi insanın kimyası üzerine birkaç söz söylemek isterdim fakat kimya hakkında yeterli derecede bilgi sahibi değilim. Bu bilgi dünyam ve kelime dağarcığım ile “insanın kimyası” dediğim zaman henüz varlığını somut bir şekilde ispat edemediğimiz “ruh” kavramını çağrıştırıyor ve eşliyorum kendimce.

Kerahet vakti uykuya yatıp da uyanan kişinin ruh hali arasındaki değişikliği nasıl izah edersiniz?

Aşk acısı çeken, yakının kaybeden insanın acısını ruh mu çeker beden mi? Nasıl izah edersiniz?

Mutluluk vücudun neresinde teşekkül eder, ya da hüzün neremizi işgal eder? İzah edebilir misiniz?

Nitekim bu soruları uzatmak ve insan üzerine düşünmeyi sürdürmek mümkündür. Fakat yukarıda sorduğum birkaç soru bile nasıl da “insan” kavramını çözmeye bazen muktedir olamayacağımızı gösteriyor değil mi?

Bu yazıya başlarken aslında insanın kimyası üzerine bir deneme yazmaktan ziyade kendimin şu anki kimyası üzerine bir şeyler yazacaktım. Derler ya insanın bir eşek saati bir eşref saati… Benim de roman saatim, tez saatim, şiir saatim…

Bazı zamanlar okuduğum şiirleri anlama yetim öylesine titiz çalışır ki, sanki şairle aramda telepatik bir bağ oluşur. O şiirde aynen benim hissettiğimi anlatmak istemiştir. Hattâ daha da ileri gidip o şiirin şairi benimdir.

Az evvel günlüğüme not ettiğim, yazdığım eski yazıları karıştırırken İsmet Özelle ilgili yazdığım bir yazıyı gördüm. O yazının da girişine yazdığım bir dörtlük şu anda gerçekten de şiir saatim olduğunu hissettirdi.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
Aşklarım inançlarım işgal altındalar
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
Kanla Kirlenmiş Evrak

Yaşıyorum

İnsanı anlamak

Kendimle ya da etrafımla bir münakaşa yaşadığım zaman genelde İsmet Özel’in Şiir Okuma Kılavuzu’ndaki birkaç satırı aklıma gelir. Orada şiirin iletişimsizlikten ortaya çıktığını söyler. İnsanın insanlarla iletişim kuramadığı zamanda iletişim kurduğu şeyi şiir olarak tasvir eder. Gerçekten de bu böyledir.

İnsan bazen üzüldüğünde, insanların kendisini anlamadığını düşündüğünde sığınacak bir delik, kaçacak bir yer arar. Kimileri bunu dile getirir, getirme yeteneği vardır, kimilerinde ise bu yetenek yoktur ve bunu yastık altında unutur. İşte şair ve yazarlar bunu dile getirenlerdir.

Bir şair ya da yazar, belki genel manada da sanatçı rahatsızlık duyduğu şeyi sanatıyla dile getiren kişidir. Ve dikkatli okuyucu da bu rahatsızlığı hissedendir.

Az evvel Sabahattin Ali’nin hayatını okurken aklıma geldi bu yazı. Aslında bir romancı ve öykücü olarak tanıdığımız Sabahattin Ali’ nin onlarca güzel şiiri var. Bunlar ünlü şarkıcılar tarafından da bestelenmiş. Dilerseniz bir göz atın derim. Belki onun rahatsızlığına ortak olursunuz…

Yaşıyorum

seviyorum.

Hayatı anlamlı kılan şeyler olduğunda, ya da hayatı anlamlı kılmak istediğinde birçok şeyi sevdiğini fark ediyorsun. Bu bir cisim, soyut bir şey ya da bir insan olabilir. Hiç fark etmeyecektir. Bir şeyleri seviyorsan, sevgiye, sevgine giden yollar açık demektir.

Son zamanlarda hayatımda kötü giden bir şeylere artık dur demenin gerektiğini biliyordum. Hayatımdaki ufak ya da büyük gelişmeler bu yönde sanki ortak bir karar almış ve uygulamaya koyulmuştu. Öyle ya da böyle bir şeylere güzel diyebiliyorken, her şeye güzel diyesi geliyor insanın.

İçinde bulunduğumuz zaman dilimine baktığımızda sanırım ben bahar mevsimini seviyorum. Nedense tüm mevsim içime doğmuş gibi hissediyorum, içimdeki tüm polenleri salıyorum ve sanki o papatyalar, güller, laleler ve bilumum çiçekler içimde patlak veriyor. İçimde bir yerlere salıyor kokularını. Rengârenkliği, çok renkliliği, çok sesliliği, kalabalığı sevdiğimi hissediyorum. Sanırım insan, içinde yalnız olmamayı öğrendiği zaman kalabalıkta da yalnız hissetmiyor kendini.

Hayat, biz anlamlandırabildiğimiz derece anlam kazanır diyorum ben sık sık. Ve bu görüşümü hiçbir zaman değiştireceğimi düşünmüyorum. Mesela, gözlerinizi kapatın ve düşünün:

O kadar güzel bir işte çalışıyorsunuz ki, hiçbir şekilde maddi probleminiz yok. Eviniz çok güzel, arabanız çok güzel. Mutlu olduğunuzu düşünüyorsunuz. İstediğiniz her şeyi alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Her şey kusursuz bir güzelliğe sahip. Peki ya ne oluyor? Bu kusursuz güzellik sanırım bir tekdüzeliği beraberinde getirmez mi? Bu da insana bir bıkkınlık vermez mi? Bunları gözlerinizi kapatıp da düşündüğünüzü biliyorum. İçinizde ister istemez gereksiz bir mutluluk hissettiniz değil mi? O gereksiz mutluluk sizin içinize sıkıntı verdi.

İşte yukarıda da dediğim gibi; insan, hayatı, içinde bulunduğu durumdan bağımsız değerlendiriyor. İçinde bulunduğu durum ne kadar güzel olursa olsun ya da ne kadar kötü olursa olsun düşünceleri ile, hayalleri ile hayatına bir yön verebiliyor.

Netice itibariyle, hayatımızı güzel kılan, yaşayışımızı içselleştirebilmemizdir. Bazı şeylere ömrümüz boyunca ulaşamayabiliriz. Hiçbir zaman bir şeyleri elde edemeyebiliriz. Kesinlikle elde edemeyeceğimiz şeyler için uğraşmayı bırakmalıyız. Bu hayallerimizin daha gerçekçi, yaşayışımızın daha güzel, ölçülü olmasını sağlayacaktır.

Son olarak Kaan oğlan der ki; bir şeyler hayatınızda güzel gidiyorsa, önünüze çıkan birçok kötü şeyi de güzelleştirirsiniz. Bardağın dolu tarafından bakarsınız. Eğer ki bir şeyler kötü gidiyorsa, iyi giden şeylerin de açığını arar, kötü tarafına bakmaya çalışırsınız.

Yaşıyorum

Müzik kültürüm ve dinlediklerim hakkında

Aslında bu yazıma ilham kaynağı olan şey şu an müzik çalarda çalan Orhan Gencebay oldu. Şöyle bir düşündüm de; ne garip bir müzik kültürüm var.  Bir de acaba gerçekten bir müzik kültürüm var mı ve bu müzik kültürüm postmodernist bir tavır mı sergiliyor, yoksa dinlediğim müzikler de hayatımdaki birçok şeyde olduğu gibi rastgelelikten mi kaynaklanıyor. Ben yazımı yine müzik kültürümün olduğunu düşünerek yazıyorum. Rica edeceğim siz de böyle düşünün lütfen.

Şimdi boş yere kafanızı bulandırmak için size birçok müzik kültüründen falan bahsetmek istemiyorum. Hepimiz az ya da çok  Türkiye’deki müzik türlerini ve yurtdışındaki müzik türlerini biliyoruz. Yurtdışında müzik türlerinin insanlar arasında nasıl tasniflendiğini bilmiyorum ama bizim kültürümüzde genelde yaşa bağlı olarak tasnifleniyor.

Mesela “arabesk” müzik diye nitelendirdiğimiz damar müzikler. Her ne kadar kültürel mânâda genel kabul görmemiş bir müzik türü olarak bilinse de hepimiz lise çağımızda platonik aşkların da falan etkisiyle mutlaka dinlemişizdir. Hele bir de gelişim dönemimizdeki temel kavramlarla bağdaştıracak olursak; işte kişisel efsaneler diye bir kavram var eğitimde. Nedir efendim; ergenliğe giren çocuğun, yaşadıklarının hiç kimsenin başına gelmeyeceğini, kendinin çok fazla sorumluluk yüklendiğini, her olayın altından kalkabileceğini falan düşünmesidir. E bunların hepsi birleşince ister istemez ortaya bir arabesk, damar tavır çıkıyor ve bu tür müziklerin ruhumuza işlemesiyle birlikte uçuşa geçiyoruz. Five, for gibisinden.

Ben de ergenlik döneminde az çok böyleydim. Aradan geçen yıllarda genelde yabancı müziklere meyletmemiş birisi olarak , efendim yaş gelmiş 30’a yaklaşmış, ben de ister istemez arabesk müziğe döneyim dedim. Şimdi Orhan Gencebay dinlemek -ki ne kadar arabesk tartışılır- benim için vazgeçilmez bir zevk. Acı falan hissetmiyorum aslında. Herhangi bir keer belirtisi de yok. Sadece zevk alıyorum onu dinlerken. Bir de onun şarkılarının bir kısmını Cemal Safi’nin şiirlerinden derlediğini düşünürsek Allah derim.

Bunun dışında yukarıda değindiğim gibi, yabancı müzik dinlememek. Dinliyorum ara sıra. Ama öyle her müziği değil. Gerçekten beğendiğim müzikleri dinliyorum. Netice itibariyle pek zevk aldığım söylenemez.

Gelelim siyasî müziklere. Her ne kadar arkadaşlarım Ahmet Kaya dinleme gel Ali Kınık dinle deseler de Ahmet Kaya’nın yerini tutamaz zannımca. Bu konu sürekli tereddüt ettiğim bir konu. Sanat acaba başka şeyleri önüne geçebilir mi buralarda? Kaya’nın birçok şarkısında Türklere giydirdiği apaçık. Adamın PKK lehinde propaganda yaptığı da aşikâr. Ama adam dinlettiriyor kendini. Allah vergisi bir sesi, bir yorum yeteneği var ki sormayın. CD’sini almam. Korsanını dinlerim aga.

Onur Akın‘ı çok seviyorum. Çok güzel sesi var. Yorum yeteneği de kezâ. “Seviyorum Seni” ya da “Gay Bana Geceler” şarkıları çok güzel. Kendisi de iyi birisi zaten, şükür.

Candan Erçetin dinlerim mesela. Gerçekten güzel söylüyor kadın. Çok tatlı bir ses tonu var.

Pop müzik dinlemeyi pek sevmiyorum. Zaten popüler kültüre genel anlamda karşı duran birisi olarak yeni çıkan şarkıları pek takip etmiyorum. Hoşuma gitmiyor nedense.

Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği her zaman için favorimdir. Belki halk müziğini her ruh halinde dinleyemem. Zira oldukça üzücü müzikler oluyor. Kaldı ki her türkünün bir hikâyesinin olduğunu düşünürsek…

Geldik sürekli dinlediğim müzik türüne: Türk Sanat Müziği. Alıp götürüyor beni. Kibarlığından, nahifliğinden mi bilmiyorum ama beni mest ediyor. Zeki Müren tabii başı çekiyor. Onun şarkılarının hepsinin hem sözleri -ki özellikle sözleri- hem de müziği harika. Oturup dinlediğinizde adam akıllı bir şeylerden bahsettiğini anlıyorsunuz.

Birçok şarkıcıyı gördük, birçok şarkıcıyı tanıdık. Kalın sağlıcakla.

Yaşıyorum

rüyalar da olmasa

uykunun bir parçasıdır rüya. belki bize uykuyu daha uzun hissettirebilmesi için bahşedilmiş bir şeydir, belki de gerçekten gelecekten bir haber veriyordur.

rüyalar hakkında pek bir malûmatım yok. ama inanmıyor da değilim. hz. yusuf’un bir rüya yorumcusu olduğunu düşünürsek aksi pek mümkün gözükmüyor.

bu gece bir rüya gördüm. öyle bir rüya ki, sanki hz. isa’ya nasıl incil blok halinde, tek seferde gelmişse, bana da rüyam öyle geldi. bir gecede görüp görebileceğim bütün rüyaları gördüm. görüp görebileceğim bütün insanları ve bütün olayları gördüm.

birlikte olduğum bütün insanlar, arkadaşlarım… hepsi sanki terker teker gösterildi bana. ve hepsini aynı anda da görmedim. sırayla, hissederek gördüm.

rüyaları hissedersiniz değil mi? uyandığınızda hâlâ etkisindesinizdir. hattâ uyanamadığınızda bile. ben mesela, erken yatmama rağmen uyanamadım sabah. güya erkenden kalkıp, hastaneye falan gidecektim. ama gözlerime bir ağırlık çöktü.tabir-i caizse bu rüya beni “yordu”.

evet, rüyalar insanı yorar mı?

bence yorar. hem de koskoca bir gün düşünmüşsünüz gibi yorulursunuz. başınız ağrır. beyninizin kafanızın içinde büyüdüğünü hissedersiniz. sanki gözlerinizden çıkacak gibidir. belki o yüzden en çok gözler etkilenir rüyadan.

her şeyi görebilirsiniz rüyada. en saçma kurgular içinde, en saçma insanları bile. karşınızdaki adamla tokalaşırsınız, adamın yüzünden eline doğru çevirirsiniz kafanızı, bir bakarsınız kız eli çıkmış. ya da bir hayvan eli. mümkündür. hattâ tokalaştığınız insanın yüzünün yarısı erkek öteki yarısı da kız olabilir. bu da mümkün.

peki size mühim bir soru.

hiç öldüğünüzü gördünüz mü rüyada ?