Mustafa Kutlu okumayalı epey zaman olmuştu. Öyle ki ben hâlâ yayımlanan son kitabının “Nur” olduğunu düşünürken onun üzerine bir başka kitabı “Vatan Yahut İnternet” yayımlanıvermiş. Hoş “Vatan Yahut İnternet” gazete yazılarının seçkisinden oluştuğu için hikâye değil deneme kategorisine giriyor. Bu sebeple bir kenara koyabiliriz.
Mustafa Kutlu okumalarına birkaç sene evvel Türkiye Yazarlar Birliği’ndeki “Yazar Okulu” seminerleri esnasında merak salarak başlamış ve bitmeyen bir tez çalışması ile bu okumalarımı kâh bireysel kâh akademik boyuta getirmiştim.
Bitmeyen yüksek lisans tezimi bir kenara bırakırsak bu okumalarım esnasında Mustafa Kutlu hikâyelerinden hayatımıza dair çokça şey öğrendim.
Muhteviyat itibariyle moderne karşı direnen “insanı” tüm hikâyelerinin merkezine alan Mustafa Kutlu, istisnasız her hikâyesini bu birey etrafında şekillendiriyor.
Yayımladığı ilk hikâyelerinden bugüne değin her eserinde şehre, modern hayata, tüketime, göç olgusuna karşı olduğunu çıplak gözle seyretmek mümkün. Üstelik bu kavramları yererken her birinin karşısına alternatifini sunmayı da ihmal etmiyor.
Kutlu’nun eserlerinin temelinde aslında sıkı bir kapitalizm karşıtlığını görmek mümkün. Onun eserlerinde tüketmek tabiatın dengesi ile oynamaya eşdeğer oluyor. Değerlerin, zamanın, varlığın tüketildiği bu dünyada “Tüketim” ekonomisinin karşısına “Kanaat” ekonomisi modelini koyuyor ve başlıyor Kanaat ekonomisini anlatmaya.
Peyami Safa’nın Simeranya’sı gibi kendine yer yer ütopik de olsa bir dünya kuran Mustafa Kutlu, tüm hikâye kahramanlarını, olayları, nesneleri, aklınıza gelebilecek her şeyi bu dünyadan seçiyor ve ufak konu farklılıkları ile eserlerinde veriyor. Öyle ki bir eserde karşınıza çıkan bir kahramana sonraki eserlerinde de rastlıyorsunuz.
Kutlu, bana göre eserleri bana göre birer sehl-i mümteni örneği. Yazılması kolay gibi görünüyor ama oldukça zor. Belki kullandığı dil, üslûp bizi bu düşünceye sevk ediyor.
Siz Kutlu’nun eserlerini okurken aslında okuma yaptığınızı değil, yazarın size olayları anlattığı hissine kapılacaksınız. Çünkü gerçekten yazar eserlerini yazmıyor, anlatıyor. Bir kahvede, sahilde, bir çırpına yazıyor eserlerini.
Nur kitabı da Kutlu’nun fikrini, zikrini baştan sona kadar yansıtan bir eser.
Nur isminde bir kızın arayışını, arama yolculuğunu okuyoruz bu eserde. Müslümanlığa dair içini rahatsız eden sorulara cevap verecek bir Mürşid-i Kâmil araması ve onu hiçbir zaman bulamayışı. Tabii bundan yılmayarak devam etmesi ve neticede kendi yolculuğunun mihmandarı olması.
Nur’un bu yolculuğu esnasında etrafında şekillenen hayatı, titiz bir aşık konumunda olan Sinan Mimar ve ailesi, Nur’un ailesi eserin başlıca ufak tefek süslemelerinden ibaret. Zira esas mesele Nur’un arayışı.
Kitabı okumak isteyenler olacağı için içeriğine dair çok fazla bilgi paylaşmak istemiyorum. Fakat her kitabında olduğu gibi bunu da bir çırpıda bitireceğinizden adım gibi eminim.
Ben hikâyeyi okurken yer yer Nur’un yerime kendimi koydum. Biz yaşantımızın neresindeyiz? Bize bahşedilen güzelliklerin ne derece farkındayız? Ne kadar sorguluyor, ne kadarını cevaplayabiliyoruz. Nur ve diğerleri hayatını ne ile şekillendirirken biz ne ile şekillendiriyoruz.
İşte size hayatınızı sorgulama fırsatı veren bir eser. Her sayfada, her ufak olayda kendinize, benliğinize bir adım daha yaklaşacaksınız. E, kendini bilmeyen Rabbini bilemez değil mi ?
Men arefe nefsehu, fekat arefe Rabbehu. (Kendini/nefsini bilmeyen Rabbini bilmez.)(Kendini tanıyan Rabbini tanır.)
Merhaba, yazılarımı beğendiysen Instagram hesabımı takip ederek daha güncel paylaşımlarıma bakabilirsin. Kendinden bir şeyler bulacağına eminim.
Yorum yok