Birkaç gündür günlüğüme bir şeyler yazamıyordum. Artık zaman bulamayışımdan mı, yoksa hımbıllığımdan mı bilemiyorum. Ancak şimdi güzel bir kitap tanıtımı ile kendimi sizlere affettireceğimi düşünüyorum.
Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın ilk kitabıdır. Ben bu kitabı okuyalı yaklaşık 5-6 sene oldu ancak her fırsatta ve her yerde tanıtmamın boynumun borcu olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık 250 sayfa olan bu kitabı bir gecede bitirdiğimi söylersem sanırım kitabın ne kadar güzel bir kitap olduğunu anlarsınız. Ömrümde okuduğum en iyi kitaptır diyebilirim. Bundan da hiç gocunmam hani.
Kitabın beni en çok etkileyen yönü kurgusuydu. Yazar kurguyu öylesine karıştırmış ve öylesine bilmecemsi bir şekilde vermiş ki çözebilene helâl olsun. İlk bölümde bahsettiği bir olayın nedenini kitabın sonunda söylemiş ya da kitabın sonunda olan bir şeyin nedenini bilmem kaçıncı sayfada vermiş falan… Bu yönü ile tam bir postmodernist kitap diyebilirim. Kurgu güzelliğinin yanında yazarın üslûbu beni etkileyen önemli şeylerden. Felsefeci olmasına rağmen edebiyatı hücre çeperlerine kadar hisseden birisi olmalı yazar.
Yazar, Ege Üniversitesinde, Felsefe bölümünde öğretim üyesi. Ancak kendisinden ne bir haber alan var ne de bir e-posta. O kadar e-posta attım ancak cevap vermedi… Belki kitaplarındaki gizemin, etkileyiciliğin kendisini ortaya çıkarınca söneceğini düşünüyordur ne dersiniz? Farklı bir insan. Bir röportajında çok ehl-i keyif birisiyim dediğini gördüm. Canım ister bugün roman yazarım, yarın canım isterse gider deniz kenarında keman çalarım demiş. Gerçekten de tam benim tarzım. Canının istediği şeyi yapmak…
Kitaptan uzun uzun alıntı yaparak sizin canınızı sıkmak istemiyorum. Çok istiyorsanız gider, alır ve okursunuz. 🙂 Emin olun pişman olmayacaksınız. Bugüne kadar kime tavsiye ettiysem hiç kimse kitabı aldığı için pişman olmadı. Ayrıca felsefeden hoşlanan varsa mutlaka ama mutlaka okumalı bu kitabı. Aşağıda da kitabın arka kapağındaki felsefî yazıyı sizlere sunayım, bakalım ilginizi çekecek mi…
Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu…
‘Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öylese varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.’
Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapandı. az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi:
‘Dünya bir düştür. Evet, dünya..Ah! Evet, dünya bir masaldır.’
Güncelleme: Az önce nette gezinirken Anar ile ilgili siteleri az kurcalayım dedim. 2000 yılının Ağustos ayında E Dergisi’nden birisi ile yaptığı röportaja rastladım. Röportajın tamamına şuradan bakın. Aşağıya da biraz alıntı yaptım bu röportajdan…
“Benim asıl kimliğim yazarlık değildir. Yarın belki bütün elyazmaları, notları, kütüphanemi terkederek ortalama bir kemancı olmaya çalışırım. Fakat kemana da bağlı kalamam. Yani bir insanın kendini yazar, öğrenci, genel müdür kimliği içine sıkıştırmasını ve bununla kıvanç duymasını anlayamıyorum. Dünya o kadar büyük ve seçenekleri o kadar fazla ki keman çalmak bize zevk veriyorsa niye yazar olarak kalalım, bu dünyaya eğlenmeye geldik.”
…
Adnan Özer’in, “Müzik ilgisi nereden geliyor?” sorusuna, şu anlamlı cevabı veriyor İhsan Oktay Anar:
“Çok kritik bir yerde askerlik yaptım. Orada Mozart, Bach, Hendel dinlerdim. Müzik duyguları anlatır ve o zaman aşırı duygular yaşadığımı hissettim. Müziğin duygularıma tercüman olacağını düşündüm. Bir keman aldım ve keman öğrenmeye çalışıyorum.”
Ve kuşkusuz en çarpıcısı, en son soru ve Anar’ın cevabı:
“Bundan sonra neler yapacaksınız?”
“Hiç belli olmaz.”
Şimdi anladınız mı?
Merhaba, yazılarımı beğendiysen Instagram hesabımı takip ederek daha güncel paylaşımlarıma bakabilirsin. Kendinden bir şeyler bulacağına eminim.
7 Yorumlar
Bir arkadaşın tavsiyesi ile bu yazarın “Suskunlar” adlı kitabını almıştım. Henüz okumadım fakat senin de dediğin gibi çok harika bir yazarmış. Bakalım nasıl yazmış ben de merak ediyorum 🙂
Suskunlar gerçekten farklı bir kitap. Kitap Mevlevîlîği konu edinmiş birazcık. O kitaba başlamadan evvel tasavvufun ne olduğu ile ilgili biraz bir şeyler okursan daha yararına olur. Bir de zahir ve batın kelimelerinin anlamlarını oku. Ve bence bir an evvel başla.
Ayrıca “Suskunlar” eski kelimelerden “hâmuşhâne” ile karşılanmaktadır. Hâmuşhâne ise Mevlevîlerin mezarlıklarına verilen isimdir…
Mevlevilik hakkında iki tane kitap almıştım yine ön hazırlık olsun diye:
Annemarie Schimmel’den “Ben Rüzgarım Sen Ateş – Mevlânâ Celâleddîn Rûmî”
Cihan Okuyucu’dan “İçimizdeki Mevlana”
Tavsiye için teşekkürler, başlamadan önce bu iki kitabı okuyayım o zaman, Suskunlar’ı okurken en azından az da olsa sıkıntı çekmem
Annemarie Schimmel yabancı bir psikologdu hatırladığım kadarıyla. İlk önce yabancı bir kişinin gözünden Mevlânâ’yı okuma derim ben. Ne kadar güzel yazarsa yazsın bir Türk kadar iyi anlatamaz derdiniz bize. Milliyetten dolayı demiyorum, millî ortak bilinçten dolayı diyorum.
Cihan Okuyucu’nun kitabı da denemelerden oluşuyordu sanırım. Ondan da pek bir şey öğreneceğini sanmıyorum. Benim kastettiğim biraz daha tasavvufun ne olduğuna dair şeyler. Mesela tarikatlerin oluşumu, mevlevilerin neden döndüğü, tecelli, vahdet gibi kavramlar yani. Nette hepsini bulabilirsin.
Kolay gelsin sana.
ilginc bir kitaba benziyor, ben okumadim, Okumaliyim.,
Tesekkur ederiz Kaan.
[…] Kaan Fakılı | Puslu kıtalar atlası – ihsan oktay anar […]