İzliyorum, Yaşıyorum

the pursuit of happyness ve bizim hayat yolu

the pursuit of happynessYine yazı yazmayalı uzun zaman oldu diye başlamak istiyorum sözlerime. Klâsikleşti artık, benim de hoşuma gidiyor böylesi. En azından nasıl bir giriş yapacağımı düşünmeden başlıyorum sözlerime. Sonra birkaç kelam ile meramımı anlatıyor ve ondan sonra da mevzuya geçiyorum. Siz eğer bu acıtasyon kısımları okumak istemiyorsanız benim yazılarımda genelde okumaya ikinci paragraftan başlayın derim ben size.

Epeydir film izlemiyordum. İzlediğim tek şey Prison Break dizisiydi. Hani şu CNBC-E dizilerinden birisi. Hapishaneden kaçış. Güzel dizi hoş dizi , herkese tavsiye ederim. Ancak her zaman dediğim gibi beni o tarz diziler ya da filmler pek tatmin etmiyor doğrusu. Daha evvel de sıkça söylediğim gibi film dediğin biraz düşündürmeli, öğretmeli. Epey önce indirdiğim filmlerden birisini izleyim dedim bugün. The Pursuit Of Happyness filmin orijinal adı. Bizdeki adı ise “Umudunu Kaybetme”. Aslında birebir çeviri yaptığınızda “Mutluluk Yolu” gibi bir şey çıkıyor ortaya. Ancak “Umudunu Kaybetme” bence filmin muhtevasına birebir uyuyor. İzleyen varsa ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır.

Filmin başrolünde şu Hancock, I am Legend filmlerinden de hatırlayacağınız birisi oynuyor: Will Smith. Aslında bu adamın bu filme uyup uymadığını henüz tam anlamış değilim. Will Smith biraz daha aksiyon içerikli filmlerin adamı bence. Ancak bu filmde de oyunculuk kabiliyeti fevkalade bence. Filmi izleyen arkadaşlar bilecektir, şu tuvalet sahnesi bir harika. Hani şu tuvalette ağladığı sahne. İşte o an bence filmin doruk noktasıydı. Filmi hücrelerinize kadar hissettiren bir sahne idi. Film benim tarzımda olduğundan yine pek olay yok filmde. Fakir bir adam ve çocuğunun hayatı anlatılıyor. Adamın başarısı anlatılıyor. Öyle de güzel işleniyor ki…

Filmin başından sonuna kadar siz olay olacak diye bekliyorsunuz. Mutlaka bir şeyler olacak diye. Ama hiçbir şey olmuyor. Bu adamın başarma sahneleri falan da o kadar sade yapılmış ki inanamazsınız. Şöyle anlatayım o halde. Şimdi sizin hayatınızı benim yazdığımı düşünün. Siz bir yazar olmak istiyorsunuz ve bunun ilk adımı olarak da bir dergiye yazı gönderiyorsunuz. Ve sonunda da bu yazınız yayımlanıyor ve seviniyorsunuz. Ben şimdi bunları yazarken birkaç zirve yaşatırım okuyucuya değil mi? Mesela öyküyü yazarken ki ruh haliniz, hattâ öyküyü yazarken tıkanmanızı sağlar ve mühim bir olay ile o tıkanıklığınızı çözmeye çalışırım. Ne bileyim öyküyü yarışmaya son dakika yetiştirmenizi sağlar ve okuyanı heyecanlandırırım. İşte bu filmde o türden pek bir şey yok. Filmin sonunda adamın başaracağını biliyorsunuz. Durum yavaş yavaş gelişiyor, ancak filmde sizi çeken bir şey var ve heyecanınızı hiç yitirmiyorsunuz. Ne demek istediğimi, neler gevelediğimi bence filmi izledikten sonra bir kez daha düşününce iyice anlarsınız.

Bu paragrafı yazıya sonradan ekliyorum, öyle bir şeye ihtiyaç duydum çünkü. Adamın hayal ettiği şey için, başarmak istediği şey için yaptıklarını düşündüm de şu an belki ben olsam o kadar şey yapamazdım dedim kendi kendime. Başarmak için çok çile çekmek gerekiyor, gerçekten.

Ve filmi izlerken ben…

Her zaman bunu yapıyorum değil mi? Filmi izlerken düşünmeyi hiç ihmal etmiyorum. Belki düşünmeyi sevdiğim için, düşünce dünyamı genişletmeyi sevdiğim için izlediğim her filmi kendimle bağdaştırmayı seviyorum. Bu filmde de böyle olmadı desem yalan olur. Filmi izlerken birkaç şey düşündüm. Ancak öncelikle şunu söyleyim size, buradan aşağıda kendimden hareketle filmi tahlil edeceğim. Gerçekten filmi izlemeyi düşünüyorsanız filmi izledikten sonra okuyun bu kısmı.

Will Smith‘in, yani Chris‘in karısını düşündüm bir an. Öyle bir eşe sahip olmanın ne kadar üzücü bir şey olduğunu. Bunun üzerinde pek durmayacağım ama öyle dar bir anımda beni terkeden bir eşimin olmasını hiç istemezdim doğrusu. Eş dediğin, sevdiğim dediğin insan senin en zor anında yanında olabilmeli, bencil olmamalı ve senin için gerekirse canını vermeli. Hoş öyle insanı bulmak biraz zor olsa gerek.

Baba olduğumu düşündüm filmi izlerken. Bir baba olsam nasıl olurdum acaba diye. Becerebilir miydim baba olmayı, bunu sorguladım hep. Yer yer baba olmayı o kadar istedim ki anlatamam size. Belki bir çocuğun sorumluluğunu kaldırabilecek yaşta değilim henüz. Belki de orada baba olmak isteyişim bir çocuk sevgisinden değil de çocuğu olmanın insanı ne kadar farklı birisi yapacağını düşündüğümdendir. Yani bencilce bir yaklaşım olsa gerek. Çocuğum olduğunda ne kadar fedakâr olabileceğimi düşündüm. Bir de çocuğum olduğunda olaylara daha bir farklı açılardan bakabileceğimi düşündüm. Gerçekten iyi bir baba olurum ben, gerçekten.

Gelelim filmin özüne, “umudunu kaybetme”. Umut dediğimiz şey ne garip değil mi? Aslında biraz havada kalmış bir kelime. Herkes umutludur ancak imkânsız durumda umut etmeyi kaç kişi başarabilir? Ve başaracağına inanmayı kaç kişi başarabilir?  Açıkçası ben son zamanlarda yaşadığım birçok sıkıntılı durumdan ve bilhassa iş durumundan dolayı birçok konuda umudunu kaybetmiş birisiyim. Bir işe girip çalışacağımı düşünüyorum elbette ancak bu iş benim idealimdeki iş olacak mı olmayacak mı işte o konuda umudumu yitirmiş durumdayım doğrusu. Allah gönlüme yeniden bir umut ışığı yakar inşallah. Buna o kadar ihtiyacım var ki.

Şimdilik yazacağım şeyler bu kadar. Yoksa zihnimden kopup gelirdi. Sanırım bu kadar uzun süren aralıklarla yazmamın nedeni de bu olsa gerek. Kendimi yazmak için zorlamıyorum. Bir işaret bekliyorum ya da bir ilham diyelim ona.  Mesela bir filmi izliyorum ve duygularım birden parmaklarıma birikiyor ve yazıyorum. Tâ ki yazının sonucunu bağlayana kadar öyle devam ediyor. Yazıyı nerede noktalayacağıma dahi o ilham karar veriyor. Ve işte son.

Previous Post Next Post

You Might Also Like

5 Yorumlar

  • Reply Azab-ı Mukaddes 27 Eylül 2008 at 09:07

    ”İzlediğim tek şey Prison Break dizisiydi. Hani şu CNBC-E dizilerinden birisi. ”

    4 Ekim cumartesi günü 14.00 ile 02.00 arası 3. sezonun tamamını aralıksız yayınlayacaklarmış (: Dün gece ER’yi izlerken gözüme takıldı … Hayırlı günler dilerim …

  • Reply Kaan Fakılı 27 Eylül 2008 at 13:29

    azab-ı mukaddes, ben şu an 4. sezonun başındayım, sanırım bugün tamamı biter 🙂

    Teşekkürler, size de hayırlı günler.

  • Reply Erkan Hirik 28 Eylül 2008 at 03:31

    Son sezonda işin içine Türklerin de girmesiyle biraz daha enteresan bir hal aldı dizi. 😈

  • Reply Hüseyin 11 Eylül 2010 at 04:13

    Filmle ilgili yapılan tespitler büyük orandan doğru. Sürekli bir hareket bekledim filme heyecan katacak, ancak olmadı. Filmi izlerken zevk almadım, ama bitince düşündüm de güzel filmmiş diyebildim…

  • Reply Hüseyin 11 Eylül 2010 at 04:14

    Filmle ilgili yapılan tespitler büyük oranda doğru. Sürekli filme heyecan katacak bir hareket bekledim, ancak olmadı. Filmi izlerken zevk almadım. Ama bitince düşündüm de, güzel filmmiş diyebildim…

  • Yorum yazabilirsiniz

    This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.