Her yazıma “epeydir bir şeyler yazamıyorum” diye başlamak istemiyorum artık. Ancak şu durumda diyeceğim başka bir söz de yok sanırım. Arada sırada yazmak beni huzursuz etse de sanırım böylesi daha güzel oluyor. Zira her gördüğüm, duyduğum şeyi artık doğal karşıladığım için pek olağanüstülük sezemiyor ve günlüğe işleme ihtiyacı hissetmiyorum. Ancak işte arada sırada kendimi zorladığım ve “düşündüğüm” zamanlar hayatta ilginçlikler buluyor ve onları yazıyorum.
Bugün her şeyden biraz fırsat bulup bir film izleyeyim dedim. Film tercihlerim arasında genelde kurgusu biraz karışık, izlerken düşündüren ve sonuna kadar seni ekran başından ayırmayan filmler var. Ara ara kendime neden vurdulu kırdılı filmleri sevmiyorum diye sorsam da cevap alamazdım. Ancak bugün birazdan bahsedeceğim filmi izlerken şunu anladım ki, ben izlediğim filmin beni düşündürmesini, zorlamasını, günlük hayatta yaşadıklarımla bağlantı kurdurmasını vs. seviyorum. Dünyanın en mükemmel macera, aksiyon filmleri de olsa bana pek cazip gelmiyor. Evet onda da ekran başına kenetleniyorsunuz, film bitene kadar bir solukta izliyorsunuz ancak bence onların size kattığı pek bir şey yok. Filmin sonuna kadar katilin kim olduğunu anlamaktan başka hiçbir zihinsel faaliyete girişmeden filmi izliyorsunuz. Filmi kapatıp yatağınıza yattığınızda kafanızda düşüncelerden ziyade sadece filmin gürültüsü kalıyor. Sabah kalktığınızda ise filmden eser kalmamış.
Bugün epey önce seyrettiğim Vanilla Sky filmini tekrar seyredeyim dedim. Tom Cruise‘nin ve Penelope Cruz‘un başrollerini paylaştığı harika bir film. Cameron Diyaz da bu filmde oynuyor ancak film boyunca pek hoş sahnelerde onu anamadığım için adını söylemeye bile tenezzül etmiyorum. 🙂 Vanilla Sky, 2001 yılında Cameron Crowe tarafından çekilmiş bir film. IMDB‘de neden ilk 250 arasına giremediğine şaşırdım doğrusu.
Filmin konusunu her zamanki gibi size anlatmakla uğraşmayacağım. Zaten filmin konusunu, filmde ne olup bittiğini tıpkı 6. His ( The Sixth Sense)‘te olduğu gibi filmin sonunda anlıyorsunuz. Altıncı His kadar basit bir kurgusu olmasa da yine de onun gibi şaşırtıcı bir film bence. Filmi övme faslını atlattıktan sonra filmin bende düşündürdüklerini sizinle paylaşmak istiyorum. Eğer filmi izlemeden aşağıdaki yazıları okursanız pek bir şey anlamazsınız. Bence öncelikle bir filmi izleyin derim.
İnsan hayatını düşündüm filmin başından sonuna kadar. İnsan hayatını ve alışkanlıklarımızı düşündüm. Bağlılıklarımızı, tutku derecesinde sevmelerimizi düşündüm. Şöyle düşünün siz de, sürekli bir yalnızlık çekiyorsunuz. Kalabalık içinde yalnızlık. Güvendiğiniz kimse yok, dostunuz yok. İşte tam o anda bir kadın hayatınıza giriyor ve sizin hayata bakışınızı birden değiştiriyor. Doğal olarak o kadına aşık oluyorsunuz, ona güveniyorsunuz. Onun için bir sürü mücadele veriyorsunuz. Onunla güzel şeyler yaşıyorsunuz. Sonra bir gün yataktan kalktığınızda aslında öyle birinin hiç olmadığını bilmek size kendinizi nasıl hissettirirdi? Bakın dikkat edin, onu hiç olmamış gibi düşünmeyeceksiniz. Onunla yaşadığınız her şeyi iliklerinize kadar hissedecek ancak bir sabah yataktan kalktığınızda onun sadece bir hayal olduğunu bileceksiniz. İşte bu nasıl bir duygudur size? Biraz rüyalarımıza benziyor değil mi. Hani şu hiç uyanmamak istediğiniz rüyalarınıza.
Hayatta imkânsız olan birçok şeyi rüyalarımızda görüyoruz. Belki kötülüklerle dolu bir rüya belki de güzelliklerle dolu. Kötülüklerle dolu rüyadan uyanırken çok şükür diyoruz, bu bir rüyaymış. Ancak iyiliklerle dolu olan rüyadan uyandığınızda da böyle diyor musunuz acaba ? Korkarım hayır.
Geçenlerde hep olmasını istediğim bir rüya gördüm. Her şey çok güzeldi. Tam istediğim gibiydi. Bir ara rüyamda kafamı salladığımı hatırlıyorum. Kafamı sallarken ne diyordum biliyor musunuz? “Allah’ım bu bir rüya değildir inşallah. Allah’ım ne olur bu bir rüya olmasın.” Bakın rüya görürken bile bunun bir rüya olmaması için dua ediyorsunuz, ne kadar ilginç değil mi? Ve bir ara şükrediyordum, bu bir rüya değilmiş diyordum. Ancak tam o sırada alarmın sesine uyandım. Uyandığım zaman nasıl bir ruh hali içerisinde olduğumu siz düşünün lütfen…
Evet, hayatın bir rüya olduğunu düşündüm film boyunca. Gördüğümüz, gerçek sandığımız her şeyin bir rüya olduğunu düşündüm. Zaten insan ömrü bir rüya değil mi dedim kendi kendime. Zaten biz ne için yaşıyoruz ki? Gelip geçici değil miyiz. Bizim için var olan mükemmel bir dünya tahayyül etmiyor muyuz hep. Alnımızı her secdeye götürdüğümüzde, avuçlarımızı her açtığımızda bu mükemmel dünya için yalvarmıyor muyuz ? O zaman dostlarım, işte bu rüyadan bir gün uyanacak gibi yaşamalıyız diyorum ben. Önce kendime tabiî…
Merhaba, yazılarımı beğendiysen Instagram hesabımı takip ederek daha güncel paylaşımlarıma bakabilirsin. Kendinden bir şeyler bulacağına eminim.
4 Yorumlar
Yazı oldukça uzun geldi. Malum oruç ve sıcakta insanı zorluyor.
Ben kestirmeden sorayım bu film seyredilir bir film mi değil mi?
İzlenmeye değer. 🙂
Ben bu filmi izledimde, pek bir karisik gelmisti ve sonunuda iyi izlemedim demek anlamadim cünkü belki sonuna bakmamisimdir tuhafligindan …
az önce izledim bu filmi bayağı bir etkilemiş ki internet’te araştırmaya koyuldum 😆 izlenmesi gereken bir film bence çok düşündürücü ❓